TiYaTRo KaRNaVaL
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

TiYaTRo KaRNaVaL

HAYAT BİR SAHNE İSE, TİYATRO HAYATTIR;
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 SU KAVGALARI 1.PERDE

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Erkek
Mesaj Sayısı : 107
Yaş : 31
Nerden : ANTAKYA
Kayıt tarihi : 07/01/09

SU KAVGALARI 1.PERDE Empty
MesajKonu: SU KAVGALARI 1.PERDE   SU KAVGALARI 1.PERDE EmptyPerş. Ocak 08, 2009 8:13 pm

Su Kavgaları
YAZAN: BEKİR KARA


Musa baba………….. 40 Yaşlarında
Şengül………………... 35 Yaşlarında
Suzan………………… 30 Yaşlarında
Coşkun?...................... 30 Yaşlarında
Sarı İzzet……………. 45 Yaşlarında

1.Perde/1. Tablo
Musa- Turan- Şengül- Suzan- Coşkun.
Dekor: Bir evin giriş kapısındaki terası. İki veya üç divan, üç/dört sandalye, sırtı seyirciye dönük bir televizyon, bir portatif radyo, birkaç saksı çiçek V.S… Terasın tam ortasında geniş bir kapı, seyirciye göre sağ yanda geniş bir pencere var.
Mevsim yaz ve çok sıcak bir gün. Sahne açıldığında, Musa ile Şengül, ayrı divanlarda birbirlerinden uzak oturmaktalar. Şengül yanı başındaki kitabı alır, sayfalarını çevirir. Gözleri Musa’dadır. Musa’nın sıkıntılı bir hali var. Şengül konuşup-konuşmama kararsızlığı yaşar, dayanamaz.
Şengül: Tam iki saatten beri karşılıklı oturuyoruz, ağzından bir lâf bile çıkmadı Musa. İki gündür diline kilit vurulmuş gibi…(Musa, of püf eder. Şengül onu izler. Ayağa kalkar, kendi etrafında bir tur atar ve yeniden oturur.) Konuş Musa, yeter düşündüğün, lütfen konuş!
Musa: Kuyumuz…
Şengül: (İrkilir) Ne oldu kuyumuza?
Musa: Daha önce bahsetmiştim…
Şengül: Yoksa kurudu mu?
Musa: Ya… Maalesef kurudu! Tam da zamanını buldu. On dönüm karpuz, beş dönüm domates, beş dönüm salatalık, üç dönüm kavun, tam ürün vereceği zaman kuyudan su tükendi. Mahvolduk Şengül, mahvolduk. Biz artık bittik.
Şengül: Kısa Ali’nin kuyusu bize yakın. Ondan alsak suyu? Vermez mi?
Musa: Onunki de aynı, ha kurudu ha kuruyacak. Bizim evdeki çeşmeden akan su onun kuyusundan çıkandan fazladır. Verse de, işe yaramaz.
Şengül: (Yüksek sesle, kendi kendine) Demek kuyu kurudu, ha! Babam o kuyuyu kazdığında, ben 4–5 yaşlarındaydım. Hayatı boyunca bizimle konuştuğu tek konu, kuyu konusuydu. Gururuydu. En öfkeli anında, kuyu konusunu açardım ona. Birden kendine gelirdi. Bir an duraksar, soluklanır ve anlatmaya başlardı kuyusunun öyküsünü.
Musa: O öykü bitti Şengül. Üç yıldan beri doğru dürüst yağmur yağmadı. Olacağı buydu tabi.
Şengül: Biraz da umursuzduk desene!
Musa: Haklısın. Keşke paraya kıyıp bir havuz yaptırsaydık. Damlama hattı çektirseydik.
Şengül: Yaptırsaydık, çektirseydik… Olan oldu. Şimdi bir çare bulmamız şart.
Musa: Hata bende oldu. Aslında hata yalnız bende değil. Halk olarak hepimiz hatalı davrandık. Nasıl olsa kuyularda su var diyerek, bol tarafından akıttık, döktük. Su bu. Taşıma ile değirmen dönmez demiş atalarımız.
Şengül: Ata ya… Ah babam ah! Dirilip de görebilsen olanları… Bizi çok severdi ama asla sevgisini belli etmezdi. Üç kardeştik. İlk göz ağrısı bendim. Benden sonra Mehmet doğdu. Babam Mehmet’i hepimizden çok severdi. Erkek ya… Sonra da Suzan doğdu.
Musa: Sahi, o nerede?
Şengül: Sabah çıktı. Bakkala uğrayacakmış.
Musa: Yanlış anlama ama halini hiç beğenmiyorum.
Şengül: Gene ne oldu?
Musa: Ne olacak, burası köy. Herkesin dilinde dolanıyor.
Şengül: Nasıl yani?
Musa: Köyümüz küçük Şengül. Kasabada yaşar gibi köyde yaşayamazsın. Üstelik dul bir kadın olunca daha fazla dikkat çekersin, daha fazla göze batarsın.
Şengül: Ne yapacağız? Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Bizim derdimiz yetmez, bir de onun hatalarıyla uğraşamayız diyeceksin ama... (Bir birlerine bakarlar. Söyleyecek söz bulamazlar.) Ayağım kırık olmasa onu yalnız salmazdım sokağa da…
Musa: Kulağını çek! Ben bir şey desem, alınır. Sen ablasısın.
Şengül: Ablası! Her neyse, sen bir şey söyleme! Ben gerekeni yaparım. E, ne yapacağız Musa?
Musa: Hangi konuda?
Şengül: Kuyudan daha önemli konu mu Musa?
Musa: Yapacağımız bir şey yok Şengül. Kuyu kurudu. Kısa Ali’nin kuyusu ise, ha kurudu ha kuruyacak. Su alacağımız bir tek Sarı İzzetin kuyusu kaldı. Ondan da su almak çok zordur. Bize çok uzaktır bir. İki, İzzet huysuz bir adamdır bildiğin gibi. Bölgede tek kaldı ya, suyu altından pahalı oldu.
Şengül: (Gözlerini bir noktaya kondurur. Derin bir ah çeker ) Babam (Bir an dalar). Evde az konuşurdu. Mehmet hastalanıp ölünce de, dünyası kararmıştı. Bir günden bir güne bize öğüt verdiğini hatırlamam. Konu kuyudan açılınca gurur ile birlikte Mehmet aklına gelirdi. Derin bir ah eder, anlatmaya başlardı kuyunun öyküsünü. İlk ve tek öğüdünü ölüm döşeğinde iken aldım. O da kuyu içindi. ‘kuyuya sahip çıkın,’ demişti ölümünden birkaç saat önce, o kuyu sizin bütün ihtiyaçlarınızı karşılar. Alacağın adam toprağı sevsin yeter. Toprak dünyanın oluştuğu günden beri insana ihanet etmemiştir. Toprak hep doğurgandır. Biz Mehmet’le ikimiz sekiz ayda kazdık kuyuyu. Suyu buluncaya kadar neler çektik neler? Bulduktan sonra bayram ettik. Evimizin avlusunda köylülere ziyafet vermiştik davullu zurnalı. O gün bu gündür de kuyu sayesinde ayakta durduk hep. (Silkinir. (Resme bakar) Babası karşısında imiş gibi) Toprak bol. Kuyu da var ama susuz kuyu ile sen ne yapardın baba? (Titrek bir ses) Ah babam ah!
Musa: (Ayağa kalkar. Düşünceli) Yapacak bir şey yok Şengül. Kuyunun suyu bitti. Ben ne yapayım? Tek çarem var o da Sarı İzzet’e gitmek. İnsafa gelirse ne ala, yok da gelmezse…
Şengül: Ya gelmezse?
Musa: Gelmezse, bilemem Şengül. (Suzan, girer. Elinde bir çanta var.) Ha, Suzan geliyor. Kırmadan bir şeyler söyle. Bir de onun yaramazlıklarıyla uğraşmayalım.
Şengül: Hı hı… Söylerim. Tez dön. Sorun çıkarsa, ne yapacağımızı düşünelim.
(Suzan girer. Elinde birkaç paket, birkaç da poşet var dolu. Musa konuşmadan yanından geçer, gider. Musa’nın arkasından bakar.)
Suzan: Ben geldim enişte kaçtı. Tarlaya mı, kahveye mi?...
Şengül: Tarlaya gidiyor. Ne böyle yüklendin geldin?
Suzan: Birkaç elbise, biraz da meyve aldım abla.
Şengül: Suzan! Paketlerini içeri koy, sonra da yanıma gel!
Suzan: Ne oldu?
Şengül: Konuşmamız lâzım.
Suzan: Ha-aa… Konuşalım. Benim de soracaklarım var. (Eve girer. Şengül arkasından bakar.)
Şengül: (Kendi kendine) Bu kız akıllanmayacak. Ne desem, ne etsem dinlemiyor, anlamıyor. Evden kovarsam perişan olacak. Kötü yola düşecek, günahını alacağım.
Suzan: (Girer. Neşeli) E, artık iyi olsun bu ayağın be abla! Kırdın oturdun. Daha kaç ay kalacak alçıda? Kalk artık. Çıkalım evden. Kırlara gidelim. Enişte ile bahçeye gidelim. Çapa yapalım. Ektiklerini sulayalım. Evde oturmak, sokakta dolaşmaktan bıktım usandım.
Şengül: Otur! (Ne diyeceğini tasarlar) Bak Suzan! Burası bir köydür. Böyle kısacık şortlarla, pantolonlarla sokağa çıkmak olmaz. Herkesin diline düşeceksin. İnsanların diline düşmeye gör…
Suzan: Abla! Bu havada, hele de bu sıcakta ayak bileklerime kadar etek mi, yoksa kot pantolon mu giyeyim?
Şengül: Giyilir Suzan, giyilir.
Suzan: Kusura bakma abla ama giyemem.
(Şengül, öfkelenir, kaşlarını çatar. Öfkesinden başparmağını kemirir. Bu esnada Coşkun girer. Coşkun temiz giyimli, yakışıklı bir gençtir. Hiç konuşmadan, gider Suzan’ın tam karşısındaki sandalyeye oturur. Gözleri Suzan’dadır )
Suzan: (Ablasının yanına gider. Kulağına eğilir ve kısık sesle) Bu kim abla!
Şengül: Ayşe ablanın oğlu Coşkun’u tanımadın mı?
Suzan: (Kendi kendine) Coşkun… ( Yerine döner) Ben köyden ayrılalı altı yıl oldu abla. Ufacık bir çocuktu o zaman.
Şengül: O ufacık çocuk dediğin, o zaman on altı yaşındaydı, şimdi yirmi iki yaşında.
(Coşkun oturduğu yerden kalkar. Suzan’ı baştan aşa iyice süzer. Kesik kesik kahkaha atar ve hızlı adımlarla çıkar.)
Şengül: Allah kimseye vermesin!
Suzan: Ne oldu buna böyle?
Şengül: Coşkun çok zeki bir çocuktu. Liseyi bitirdikten sonra, parasız burs kazanmış ve İngiltere’ye tahsile gitmiş. İki yıl sonra maalesef böyle döndü köye. Kimseye zararı yok ama işte böyle evleri dolaşır. Oturur biraz, hiç konuşmaz ve kalkar gider. Dedikoduya göre, tahsildeyken uyuşturucu kullanmış ve bu hale gelmiş.
Suzan: Çok yazık oldu. Aslan gibi genç, üstelik Allah özene bezene yaratmış. Ne kadar da yakışıklı böyle?
Şengül: Dünyanın hali böyledir Suzan. Yarın ne olacağını kimse bilemez. Tanrı insanoğlunu yaratırken çok cömert davranmıştır. Bize bahşettiği beyni diğer yaratıklara da verseydi, elbette ki dünya düzeni bu günkünden çok farklı olurdu.
Suzan: Hâlâ eskisi gibi okuyorsun anlaşılan! Bu kadar güzel konuşmak okuduğun kitaplardan olmalı!
Şengül: Sana da öneririm. Oku. Ne bulursan oku. İyiliği de, kötülüğü de öğrenirsin. Ondan sonra aklına danışır, öyle yaşarsın.
Suzan: Abla!
(Şengül, umursamaz. Ne diyeceğini bekler.)
Suzan: Duran nineyle yolda karşılaştım biraz evvel.
Şengül: Ee? Ne oldu Duran nineye?
Suzan: Adımı sordu. Galiba gözleri net göremiyor artık.
Şengül: Yaşı doksanı geçti. Ne aklı, ne gözünün nuru kaldı.
Suzan: Saçma sapan şeyler söyledi zaten.
Şengül: Ne dediğini söylesene kızım!
Suzan: Rahmetlik anama benzediğimi, onun kadar güzel olduğumu…
Şengül: E, bu dediklerinin nesi saçma sapan?
Suzan: Sen ‘Nurhayat’ın kızısın’ dedi. Kim bu Nurhayat?
Şengül: Duran nine bunadı Suzan. Ne dediğini bilmez. İnsanları artık tanımaz. Aliye’yi Ayşe’yle, Ayşe’yi Aliye’yle karıştırır. Kendi kızlarını bile tanımız oldu.
Suzan: Ben Nurhayat kadını neden hatırlayamadım?
Şengül: Nurhayat kadın çoktan öldü. Ben bile hatırlamam.
Suzan: Babamın adını da söyledi.
Şengül: Kimmiş senin baban?
Suzan: Çoban Durmuş adında biriymiş.
Şengül: Saçmalama Suzan! Sen benim kardeşimsin ve bilesin ki, kardeşim olmasan, seni bir gün bile evimde tutmazdım. Zaten hâlâ anlayamadım da… Kocanın nesi vardı? Neden ayrıldın? Bu zamanda dul bir kadın olmak kadar kötü bir şey var mı?
Suzan: Kocamın nesi vardı? Kocamın nesi vardı, ha?
Şengül: Ha… Öğrenmek isterim. Neden bıraktın kocanı?
Suzan: Söyleyeyim mi?
Şengül: Söyle!
Suzan: İnanmayacaksın ama…
Şengül: Neden inanmayım ki?
Suzan: Kısacası hiçbir şeyi yoktu abla!
Şengül: İyi ya! Neden ayrıldın?
Suzan: Hiçbir şeyi olmadığı için dedim ya abla! (Şengül şaşkındır) Evet. Parası vardı. Beni hiç üzmedi. Beni dövmedi. Her istediğimi aldı. Canını bile istesem verecekti ama canını ben neyleyim abla! Ben sağlıklı bir kadınım. Kadınlığımı yaşamak isterim. Çocuklarım olsun isterim.
Şengül: Şey… İnşallah anlatmak istediğini yanlış anlamadım.
Suzan: Yanlış anlamadın abla.
Şengül: Aman Allah’ım! E, neden evlendi bu adam?
Suzan: Bilmem abla.
Şengül: Sonra düğün sabahı çarşafınızdaki o…
Suzan: (Ağlar) İğne ile parmağını delmişti.
(Şengül, yanındaki koltuk değneğini eline alır. Destek alarak ayağa kalkar. Yavaş yavaş yürür Suzan’ın yanına gider. Bir süre göz göze bakışırlar. Koltuk değneğine dayanarak yanına oturur. Kucaklaşırlar. Suzan ağlar.)
Şengül: Kardeşim! Canım kardeşim. Üzülme. Sana koca mı yok? (Coşkun girer. Şengül koltuk değneğine dayanarak ayağa kalkar.) Hoş geldin Coşkun.
(Coşkun Şengül’e bakmaz bile. Gözü hep Suzan’dadır.
Suzan: Coşkun! Neden öyle bakıyorsun bana?.
(Coşkun hafiften kahkaha atmaya başlar ve gittikçe kahkahasını yükseltir. Suzan da ona katılır. Şengül tedirgin öylece durur.)
Şengül: Siz oturun. Ben Sarı’nın evine kadar gideceğim.
Suzan: (Kulağına eğilir) Abla! Bu adamla beni yalnız mı bırakacaksın?
Şengül: Oturun! Çok önemli bir işim var. Coşkundan sana zarar gelmez.
Suzan: Abla!
Şengül: (Kısık sesle) Bir deli ile başa edemezsen, sokakta dolaşan yüzlerce deli ile nasıl baş edeceksin Suzan?
Karanlık


En son Admin tarafından Perş. Ocak 08, 2009 8:38 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tiyatrokarnaval.yetkin-forum.com
Admin
Admin
Admin


Erkek
Mesaj Sayısı : 107
Yaş : 31
Nerden : ANTAKYA
Kayıt tarihi : 07/01/09

SU KAVGALARI 1.PERDE Empty
MesajKonu: Geri: SU KAVGALARI 1.PERDE   SU KAVGALARI 1.PERDE EmptyPerş. Ocak 08, 2009 8:14 pm

1.Perde/2. Tablo
Suzan-Coşkun-Şengül-Musa
Yer aynı. Coşkun ile Suzan karşılıklı oturuyorlar.
Suzan: Coşkun! Bir saatten beri hep ben konuştum. Sen neden konuşmuyorsun? Bir şey söyle! Kendini anlat! Ne yapmak istediğini, geçmişte yaşadıklarını… Yani ne bileyim?
(Coşkun, sadece gülümser.)
Suzan: Coşkun! Anladım. Konuşmak istemiyorsun. Ben sana ne desem, hep gülüyorsun. Hiç mi konuşmuyorsun, yoksa benimle konuşmak mı istemiyorsun?
(Coşkun güler ama Suzan’dan gözünü alamaz)
Suzan: Sen gerçekten deli misin?
Coşkun: (İrkilir) Yok, değilim!
Suzan: Çok şükür! Nihayet dilin açıldı.
Coşkun: (Ayağa fırlar ve kendi çevresinde bir tur attıktan sonra durur. Gözü hep Suzan’dadır.) Kimsin sen?
Suzan: (Şaşırır) Ben? Ben bu köylüyüm Coşkun. Şengül ablan var ya, bu evin sahibi?
Coşkun: Hı hı…
Suzan: Ha, işte ben, onun kardeşiyim.
Coşkun: Anladım. (Suzan’ı iyice süzer) Yanına gelsem?
Suzan: (Tedirgin olur. Sağa sola bakınır.) Neden yanıma gelmek isten?
Coşkun: Parfümün? Bu parfümün adı ne?
Suzan: Parfümüm yok ki...
Coşkun: Var var… Çok da güzel kokuyor. (Yanına oturur. Suzan yana çekilir)
Suzan: Sen neden böyle oldun?
Coşkun: Ben ne oldum ki?
Suzan: Yani öyle durgun, düşünceli, konuşmaz…
Coşkun: Kötü arkadaşlar.
Suzan: Hım.. Ama Sanırım başka şeyler de var.
Coşkun: Ne gibi?
Suzan: Meselâ âşık olmak gibi…
Coşkun: Yok yok… Aşk yok.
Suzan: Ne var?
Coşkun: Yalnızlık var.
Suzan: İsteseydin yalnız kalmazdın. Çok yakışıklısın. Tahsilin de var.
Coşkun: Hı hı… Hepsi var da…
(Suzan’ın yanına sokulur. Suzan kaçmaz. Bir hamle daha yapar. Suzan yine kaçmaz ama tedirgindir ve çevresine bakınır.)
Suzan: Anlat bakalım! Neden döndün İngiltere’den?
(Sadece gülümser ve elini Suzan’ın bacağına uzatır. Suzan’la göz göze gelir. Elini çeker.)
Suzan: Gel seninle bir anlaşma yapalım!
Coşkun: Hı hı… Yapalım!
Suzan: Her gün buraya gel. Konuşalım. Sohbet edelim.
Coşkun: (Elini yine uzatır) Hı hı… Konuşalım.
Suzan: Ne yapmak istiyorsun?
Coşkun: Hi-iç!
Suzan: Ama elini uzatıyorsun?
Coşkun: Kızdın mı?
Suzan: Ya bir gören olursa?
Coşkun: Doğru. Düşünemedim. Özür dilerim.
Suzan: Seninle çok iyi arkadaş olacağımızı umarım Coşkun.
Coşkun: Oluruz oluruz.
Suzan: Annen nasıl?
Coşkun: Annem mi? Öldü annem.
Suzan: Aman Allah’ım! Ne zaman?
Coşkun: Çoktan.
Suzan: Ya baban?
Coşkun:Ha… Babam sağ ama beni sevmez.
Suzan: Neden?
Coşkun: Hastaymışım. İşe yaramazmışım. Annemin ölmesine ben sebep olmuşum.
Suzan: Peki, sana kim bakar?
Coşkun: Ninem bakar. Ben evde hiç kimseyle konuşmam.
Suzan: Ne zamandan beri?
Coşkun: Çok oldu.
(Musa, girer. Canı sıkkın olduğu yüzünden bellidir. Telâşla ayağa fırlar.)
Suzan: Ne oldu enişte?
Musa: Çok şeyler oldu Suzan. (Coşkunla göz göze gelirler) Coşkun! Hayırdır?
Coşkun: Geçiyordum uğradım.
Musa: (Şakın) A aa! Sen konuşuyorsun?
Coşkun: Konuşurum tabii.
Musa: Geçen gün babanla buluştuk ovada. Senden açıldı konu. Babanın söylediğini söylüyorum.
Coşun: Ne dedi babam?
Musa: Londra’dan döndüğün günden beri hiç konuşmadığını söyledi.
Coşkun: Beni sevmediğini de söyledi mi?
Musa: Olur mu öyle şey? Sever seni, sever.
Coşkun: Severse konuşurum.
(Şengül girer. Yorgundur. Musa, Şengül’ü görür görmez ayağa fırlar)
Musa: Şengül! İçerde yatıyorsun sanırdım. Nerden geliyorsun sen?
Şengül: Sarı İzzet’in evine gittim.
Musa: Sarı bostandaydı.
Şengül: Karısıyla konuştum.
Musa: Ee?
Şengül: Önce sen söyle! Sarı ile konuştun mu?
Musa: Konuştum. ‘Veremem’ dedi, ‘sana verirsem başkaları da isteyecek. E, herhalde benim kuyu deniz değil.’ Karısı ne dedi?
Şengül: Önce hır mır etti. Sonra konuştukça yumuşadı. ‘İzzet eve gelsin, konuşurum. Karar onun’ dedi.
Musa: İyi düşündün hanım. Karısı onu ikna edebilir ama İzzet tedirgin. Ya benimki de kurursa kuşkusuna yenik düşüyor.
Şengül: Coşkun!
Coşkun: Söyle Şengül abla!
Şengül: A aa aa! Sen konuşuyorsun!
Suzan: Beni de şaşırttı. Konuşuyor işte.
Şengül: İyi oldun iyileştin demek.
Coşkun: Ben iyiyim. Nedir sorun?
Musa: Kuyumuz kurudu.
Coşkun: E, olacak bunlar. Daha başındayız. Küresel ısınma için her gün bir şeyler yapıyoruz. En etkili olanlar nükleer bombaların yaydığı kanserojen. Dünyanın kabahati yok. Biz insanlar yaratıyoruz bunu.
Musa: (İlgilenir) Yağmur da yağmıyor doğru dürüst.
Coşkun: Bundan sonra böyle olacak. Her kabahatin bir cezası var. Şimdi sizin konuya gelelim.
Şengül: Coşkun! Sen çok güzel konuşuyorsun?
Coşkun: Teşekkür ederim Şengül abla! Anladığım kadarıyla Sarı’nın kuyusunda su var, sizin kuyuda yok.
Musa: Evet, aynen öyledir.
Coşkun: Kuyularınız yan yana mı?
Musa: Biraz uzak ama aynı hizadadır kuyularımız.
Coşkun: Ben İngiltere’de Jeoloji okudum. Eğer yeraltında akan bir su varsa ki öyle olduğunu sanıyorum. Sarı’nın kuyusu akan suyun önündeyse ve su azaldıysa onun kuyusuna birikim olur, seninkine ulaşamaz.
Musa: Ne diyorsun Coşkun?
Coşkun: Bildiğimi söylerim Musa abi… Ne yapacaksınız diye sorsana!
Musa: E, sormadan söylesene be oğlum! (Herkes ilgilenir)
Coşkun: Biraz birikmiş paranız var mı?
Musa: Varsa ne olacak?
Coşkun: Musa’ya saat başı ücretin iki mislini vereceksiniz. Bir kez ektiklerini sulayacaksınız. Bitkilerin yeniden su ihtiyacı 20–25 gün alır. Bu süre içinde biz yapacağımızı yapacağız.
Şengül: Ne yapacağız?
Coşkun: Makine getirip on metre daha derine ineceğiz.
Şengül: Olacak mı o zaman?
Coşkun: Olacak.
Suzan: Yaşa be coşkun!
Coşkun: Yalnız bu işlem başımıza bir sorun açabilir.
Musa: Nasıl bir sorun?
Coşkun: Bu kez de, Sarı’nın kuyusuna su ulaşamayabilir.
Suzan: Olsun. Bak o bize su vermedi.
Musa: Suzan! O bize vermedi ama öyle bir şey olursa, biz ona veririz.
Şengül: Musa! Sen yeniden Sarı’ya gideceksin! Bir daha su isteyeceksin!
Coşkun: Ama sakın projemizden bahsetmeyin ona.
Musa: (Coşkuna sarılır. İki yanağından öper) Çok sağ ol coşkun! Çok sağ ol! (Çıkar)
Coşkun: Bu konuştuklarımızı lütfen hiç kimseye anlatmayın.
Suzan: Yaşa be coşkun! Ceviz macununu hak ettin. Seversin herhalde. Yoksa kahve mi yapayım.
Coşkun: Kahve içmem. Ceviz macununu çok severim.
Suzan: Tamam. Hemen getireyim. Abla sana da getireyim mi?
Şengül: Getir be Suzan. (Suzan çıkar. Şengül oturduğu yerden kalkar, Coşkunun yanına gider oturur.) Coşkun be! Sen iyi bir gençsin. Sevdim seni.
Coşkun: Teşekkür ederim. Köye geleli iki yıl, iki ay oldu. O günden bu güne ilk kez sizinle konuşuyorum.
Şengül: Bir şey soracağım ama sakın yanlış anlama!
Coşkun: Sor Şengül Abla!
Şengül: Neden sadece bizimle konuştun?
Coşkun: İlk kez, Suzan beni adam yerine koydu. Köyde herkes bana deli diye bakıyor. Bir insan için bu dediğim çok önemli. İnsanı insan yapan diğer insanlarla olan ilişkileridir. Benimle karşılaşan her insanın bana bakışı bile farklıdır. Ben de herkese küstüm.
Şengül: bu küslük daha ne kadar sürecek?
Coşkun: Beni adam yerine koyuncaya kadar.
Şengül: Köylüler sana kötü mü davranıyor?
Coşkun: Maalesef öyle! Köye döndüğüm günden beri, herkesin bana deli gömleğini çoktan giydirdiğini fark ettim.
Şengül: Artık o gömleği çıkar at!
Coşkun: Atmak kolay değil Şengül abla!. Halkın yargısı, mahkemenin yargısından çok daha kötüdür.
(Suzan, elinde tepsi ile girer. Önce ablasına uzatır tepsiyi, sonra Coşkun’a. Coşkun ceviz macunu dolu tabağı alırken, Suzan’a bakıp gülümser, Suzan da güler. Şengül, gülüştüklerini fark eder.)
Suzan: Eh! Tatlı yiyelim tatlı konuşalım, ha?
Coşkun: Maalesef öyle değil Suzan abla. Her tatlı yiyen tatlı konuşsa, dünya bu hale gelmezdi. Amerikan’ın başkanı, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin’in başkanları, eminim ki her gün kilolarca tatlı yer ama dünyayı sömürmelerinden de bir türlü vazgeçemiyorlar. Bosna kasabı her gün pasta yiyormuş ama milyonları aşan insanı katletti. Demek tatlı insanları yalnızca azdırır.
Suzan: (Kahkaha atar. Şengül de Suzan’a katılır) Vallahi çok hoş bir adamsın sen Coşkun.
Şengül: (Gülerek) Doğrudur doğru.
Musa, girer: İşimiz oldu ama bir defaya mahsus. Sarı fırsatı buldu, suyun saatini bir misli artırdı.
Coşkun: Keşke biraz tatlı götürseydin.
(Şengül ile Suzan kahkaha atarlar)
Musa: Tatlı mı? Siz niye güldünüz?
Şengül: (Gülerek anlatır.) Az evvel Suzan ceviz macunu ikram etti ve ‘tatlı yiyelim, tatlı konuşalım’ dedi. Coşkun bu espriyi kabul etmedi. ‘Her tatlı yiyen tatlı konuşmaz’ dedi ve örnekler verdi. Bosna kasabı çok tatlı yermiş ama milyonu aşan insanı katlettirmiş…
Musa: Coşkun haklı! Her tatlı yiyen, tatlı konuşmaz. Sarı da tatlı konuşmadı. Fırsat bu fırsat dedi, kafamızı kesti. Ama alacağı olsun! Şanslı çıktı bu Sarı. Bizim biraz uzağımızda Salih Doğru’nun, Ahmet Sert’in kuyuları da kurumuş. Bu şans değil de ne?
Coşkun: İşte dünyanın hali! Değim gibi, fırsat bu fırsattır diyen çok. Haksız kazanılan para… Sömürü… Kandırma… Damgalama! Daha çok şeyler göreceğiz Musa abi, çook!
Musa: Aferin be Coşkun, ağzından bal akar vallahi!
Şengül: Doğru.
Suzan: Adam okumuş. Her sözsünde bilgi var, bilinç var. Ben de onun kadar okusaydım…
Musa: Aman aman sen otur oturduğun yere!
Suzan: Tabii ya… Biz kadınların saçı uzun aklı kısa, ha?
Musa: Yok onu demek istemedim.
Şengül: Ne demek istedin Musa?
Musa: Ben bir şey demek istemedim canım. Sen belki de Coşkundan çok kitap okudun ama…
Şengül: Ama?
(Coşkun ile Suzan göz göze bakışırlar. Suzan cilvelenir, Coşkun sıkılgan, tedirgindir)
Musa: Yani sen… Sen hikâye, Roman okuyorsun. Coşkun, belli konularda öğrenim gördü, bilgi sahibi oldu. O başka, sen başka.
Şengül: Hiç de öyle değil Musa.
(Musa, Coşkun ile Suzan’ın bakıştığını fark eder. İkisi de toparlanır)
Musa: Pe he he… Bizimkiler dereye kapıldı, sürüklenip gidiyorlar.
Şengül: Hani nerede dere? Yağmur mu yağdı ki, dere aksın? Ah ah! O eski kışlar nerde?
Musa: Bu dere başka dere hanım!
(Şengül, Suzan ile Coşkunun bakıştıklarını fark eder)
Şengül: (Sert) Suzan! Sen yanıma gel!
Suzan: (Kem küm) Ne? Niçin?
Şengül: Sorma gel!
(Suzan, ayağa kalkar.)
Karanlık
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tiyatrokarnaval.yetkin-forum.com
Admin
Admin
Admin


Erkek
Mesaj Sayısı : 107
Yaş : 31
Nerden : ANTAKYA
Kayıt tarihi : 07/01/09

SU KAVGALARI 1.PERDE Empty
MesajKonu: Geri: SU KAVGALARI 1.PERDE   SU KAVGALARI 1.PERDE EmptyPerş. Ocak 08, 2009 8:15 pm

1.Perde/3.Tablo
Şengül-Suzan-Şengül-Musa
(Yer aynı. On gün sonra. Şengül divanda oturmaktadır. Birilerinin gelmesini bekler gibi bir tavır içindedir. Yerinden kalkar uzaklara göz atar. Ayağındaki sargıları çıkarmış, düzgün yürümeye başlamıştır. Gittikçe sabırsızlanır. Kendi çevresinde döner, durur.)
Şengül: (Uzağa) Suzan! (Yanıt alamaz) Suzan!
Suzan: (Çabuk adımlarla girer. Bacağında yine kısa bir şort var.) Efendim abla!
Şengül: (Döner. Öfkesi daha da artar) Ne bu kılık Suzan? Düğüne gidecekmiş gibi?
Suzan: Yapma be abla! Giyimimin nesi var?
Şengül: Suzan, daha önce de ikaz ettim seni. Burası köydür. Burada giyinmene, yürümene, bakışına bile dikkat etmelisin! Nereye gidiyorsun?
Suzan: Bir yere gitmeyeceğim. Sıcaktan bunaldım. Bir duş aldım.
Şengül: Günde kaç kez duş alıyorsun? Biz susuzluktan oturduğumuz yerde, kıvranıyoruz sen ha bire duş alıyorsun. Muhtar bütün evlere haber saldı. Suyu idareli kullanmamızı istedi. Köye gelen su can çekişir dedi.
Suzan: Senin öfken su nedeniyle değil abla. Başka bir şey var.
Şengül: Var Suzan! Enişten sabah tarlaya gitti.
Suzan: Hani bostanı sulamıştı.
Şengül: Evet, suladı. Coşkunun aklına uyduk. Bu gün kuyuyu derinleştirmesi için makine gelecekti. Ya, Sarı müdahale ederse?
Suzan: Ne hakla müdahale edecek?
Şengül: Öfke, kuşku, korku insana her şey yaptırır Suzan. Sarı’nın, son günlerde sokakta yürüyüşü bile değişti. Fırsat bu fırsat cebini doldurdu. E, para tatlıdır. Kaybetmek ister mi?
Coşkun girer: (Şengül ile Suzan ikisi birden) Hoş geldin Coşkun!
(Şengül ile Suzan birbirlerine bakarlar)
Coşkun: Hoş bulduk.
Şengül: Hani sen Musa abinle birlikte gidecektin?
Coşkun: Gittik. Makine kazmaya başladı. Ben döndüm.
Suzan: Keşke dönmeseydin Coşkun!
Coşkun: Neden?
Şengül: Ya, Sarı İzzet müdahale ederse?
Coşkun: (Güler) O da oradaydı. Söylenip duruyordu.
Şengül: Ne diyordu Sarı?
Coşkun: Boşuna kazdırma! Senin kuyunun suyu ince bir damardı, kurudu gitti. Benimki çok şükür dere gibi akar. Senin kuyu, ancak kışta yağmur yağarsa su toplar. Yağmur yağmazsa şansına küs.
Şengül: İnşallah! Kavga çıkarmaz Sarı.
Coşkun: Bir hafta sonra olabilir. Şimdi kavga olmaz.
Şengül: Neden olmaz.
Coşkun: Sarı’nın kuyusu etkilenirse bir hafta sonra belli olur. Hem kullanacağı suya bağlı. Şimdi kuyusunda epey su var. Her şey birkaç gün sonra anlaşılacak.
Şengül: Sabah hava karanlıkken gitti Musa… Makine tez mi geldi.
Coşkun: Makine akşamdan gelmiş.
Şengül: Çok sürer mi?
Coşkun: Suya bağlı. Beş metrede de su bulunabilir, otuz metrede de…
Uzaktan bir anons: Dikkat dikkat! Muhtarlıktan bütün köylülere duyurulur. (Bir kez daha tekrarlanır) Köyümüze su çektiğimiz iki kuyumuzda da, su azalması olduğundan, köye bundan böyle yaz ayları boyunca, üç günde bir su verilecektir. Bütün köylülerin suyu idareli kullanması şart olmuştur. Evimizdeki her damla suyun kıymetini bilmemiz yararımıza olacaktır. (Bir kez daha tekrarlanır)
Şengül: Duydun mu Suzan?
Suzan: Duydum abla!
Coşkun: Bundan böyle suyu kullanırken bir kez daha düşünerek kullanmalıyız! Muhtar doğrusunu yaptı. Suyun değerini öğrenmemiz şart oldu.
Musa girer: Oldu. Vallahi oldu. (Coşkun’u kucaklar iki yanağından öper) Kurtulduk Coşkun, kurtulduk.
Şengül: Bize öpücük yok mu?
Musa: Gel karıcığım. Seni öpmeyeceğim da kimi öpeceğim.
Suzan: Muhtarın duyurusunu duydun mu?
Musa: Duydum. Muhtar haklı. Bundan böyle suyu kullanırken iki kere düşünmek lâzımdır. Doğa hasisleşti. Yağmur yağmıyor. Hava çok sıcaktır. Göletler buhar olup uçtu… E, aklımızı başımıza almalıyız! Oh be! Çok konuştum. Ne pişirdin hanım?
Şengül: Fasulye pişirdim. Yanına da pilâv, salata koyduk mu?
Musa: Daha ne isteriz ki? Hadi hep beraber yiyelim. Coşkun kaçmak yok bu gün. Hai herkes yemeğe!
(Şengül kalkar ve içeri yürür. Musa yardım eder.)
(Coşkun, yerinden kalkar. Suzan, Coşkunu bekler. Coşkun Dışarı yürür. Suzan arkasından gider)
Suzan: Coşkun! (Coşkun, durur. Suzan yanına koşar. Kolundan tutup içeri çeker) Niçin kaçıyorsun?
Coşkun: Ama şey…
Suzan: Hadi nazlanma! Yemeği ben pişirdim. Bir patates yahnisi yaptım, parmaklarını da yiyeceksin.
Coşkun: Yok. Parmaklarım bana lâzım.
Suzan: Coşku-uun!
Coşkun: Efendim!
Suzan: Lütfen kal!
Coşkun: Kalmamı çok mu istiyorsun?
Suzan: Evet. Çok isterim.
Şengül, kapı eşiğine çıkar: Suzan! Coşkun! Hadi!
Coşkun: Geliyoruz Şengül abla!
Şengül: (kendi kendine) Tövbe… Tövbe… Tövbe! Bu Suzan kimden aldı kestirmek mümkün değil. Çattık vallahi!
Karanlık
1.Perdenin Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tiyatrokarnaval.yetkin-forum.com
Admin
Admin
Admin


Erkek
Mesaj Sayısı : 107
Yaş : 31
Nerden : ANTAKYA
Kayıt tarihi : 07/01/09

SU KAVGALARI 1.PERDE Empty
MesajKonu: SU KAVGALARI 1.PERDE   SU KAVGALARI 1.PERDE EmptyPerş. Ocak 08, 2009 8:16 pm

Admin demiş ki:
Su Kavgaları
YAZAN: BEKİR KARA


Musa baba………….. 40 Yaşlarında
Şengül………………... 35 Yaşlarında
Suzan………………… 30 Yaşlarında
Coşkun?...................... 30 Yaşlarında
Sarı İzzet……………. 45 Yaşlarında

1.Perde/1. Tablo
Musa- Turan- Şengül- Suzan- Coşkun.
Dekor: Bir evin giriş kapısındaki terası. İki veya üç divan, üç/dört sandalye, sırtı seyirciye dönük bir televizyon, bir portatif radyo, birkaç saksı çiçek V.S… Terasın tam ortasında geniş bir kapı, seyirciye göre sağ yanda geniş bir pencere var.
Mevsim yaz ve çok sıcak bir gün. Sahne açıldığında, Musa ile Şengül, ayrı divanlarda birbirlerinden uzak oturmaktalar. Şengül yanı başındaki kitabı alır, sayfalarını çevirir. Gözleri Musa’dadır. Musa’nın sıkıntılı bir hali var. Şengül konuşup-konuşmama kararsızlığı yaşar, dayanamaz.
Şengül: Tam iki saatten beri karşılıklı oturuyoruz, ağzından bir lâf bile çıkmadı Musa. İki gündür diline kilit vurulmuş gibi…(Musa, of püf eder. Şengül onu izler. Ayağa kalkar, kendi etrafında bir tur atar ve yeniden oturur.) Konuş Musa, yeter düşündüğün, lütfen konuş!
Musa: Kuyumuz…
Şengül: (İrkilir) Ne oldu kuyumuza?
Musa: Daha önce bahsetmiştim…
Şengül: Yoksa kurudu mu?
Musa: Ya… Maalesef kurudu! Tam da zamanını buldu. On dönüm karpuz, beş dönüm domates, beş dönüm salatalık, üç dönüm kavun, tam ürün vereceği zaman kuyudan su tükendi. Mahvolduk Şengül, mahvolduk. Biz artık bittik.
Şengül: Kısa Ali’nin kuyusu bize yakın. Ondan alsak suyu? Vermez mi?
Musa: Onunki de aynı, ha kurudu ha kuruyacak. Bizim evdeki çeşmeden akan su onun kuyusundan çıkandan fazladır. Verse de, işe yaramaz.
Şengül: (Yüksek sesle, kendi kendine) Demek kuyu kurudu, ha! Babam o kuyuyu kazdığında, ben 4–5 yaşlarındaydım. Hayatı boyunca bizimle konuştuğu tek konu, kuyu konusuydu. Gururuydu. En öfkeli anında, kuyu konusunu açardım ona. Birden kendine gelirdi. Bir an duraksar, soluklanır ve anlatmaya başlardı kuyusunun öyküsünü.
Musa: O öykü bitti Şengül. Üç yıldan beri doğru dürüst yağmur yağmadı. Olacağı buydu tabi.
Şengül: Biraz da umursuzduk desene!
Musa: Haklısın. Keşke paraya kıyıp bir havuz yaptırsaydık. Damlama hattı çektirseydik.
Şengül: Yaptırsaydık, çektirseydik… Olan oldu. Şimdi bir çare bulmamız şart.
Musa: Hata bende oldu. Aslında hata yalnız bende değil. Halk olarak hepimiz hatalı davrandık. Nasıl olsa kuyularda su var diyerek, bol tarafından akıttık, döktük. Su bu. Taşıma ile değirmen dönmez demiş atalarımız.
Şengül: Ata ya… Ah babam ah! Dirilip de görebilsen olanları… Bizi çok severdi ama asla sevgisini belli etmezdi. Üç kardeştik. İlk göz ağrısı bendim. Benden sonra Mehmet doğdu. Babam Mehmet’i hepimizden çok severdi. Erkek ya… Sonra da Suzan doğdu.
Musa: Sahi, o nerede?
Şengül: Sabah çıktı. Bakkala uğrayacakmış.
Musa: Yanlış anlama ama halini hiç beğenmiyorum.
Şengül: Gene ne oldu?
Musa: Ne olacak, burası köy. Herkesin dilinde dolanıyor.
Şengül: Nasıl yani?
Musa: Köyümüz küçük Şengül. Kasabada yaşar gibi köyde yaşayamazsın. Üstelik dul bir kadın olunca daha fazla dikkat çekersin, daha fazla göze batarsın.
Şengül: Ne yapacağız? Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Bizim derdimiz yetmez, bir de onun hatalarıyla uğraşamayız diyeceksin ama... (Bir birlerine bakarlar. Söyleyecek söz bulamazlar.) Ayağım kırık olmasa onu yalnız salmazdım sokağa da…
Musa: Kulağını çek! Ben bir şey desem, alınır. Sen ablasısın.
Şengül: Ablası! Her neyse, sen bir şey söyleme! Ben gerekeni yaparım. E, ne yapacağız Musa?
Musa: Hangi konuda?
Şengül: Kuyudan daha önemli konu mu Musa?
Musa: Yapacağımız bir şey yok Şengül. Kuyu kurudu. Kısa Ali’nin kuyusu ise, ha kurudu ha kuruyacak. Su alacağımız bir tek Sarı İzzetin kuyusu kaldı. Ondan da su almak çok zordur. Bize çok uzaktır bir. İki, İzzet huysuz bir adamdır bildiğin gibi. Bölgede tek kaldı ya, suyu altından pahalı oldu.
Şengül: (Gözlerini bir noktaya kondurur. Derin bir ah çeker ) Babam (Bir an dalar). Evde az konuşurdu. Mehmet hastalanıp ölünce de, dünyası kararmıştı. Bir günden bir güne bize öğüt verdiğini hatırlamam. Konu kuyudan açılınca gurur ile birlikte Mehmet aklına gelirdi. Derin bir ah eder, anlatmaya başlardı kuyunun öyküsünü. İlk ve tek öğüdünü ölüm döşeğinde iken aldım. O da kuyu içindi. ‘kuyuya sahip çıkın,’ demişti ölümünden birkaç saat önce, o kuyu sizin bütün ihtiyaçlarınızı karşılar. Alacağın adam toprağı sevsin yeter. Toprak dünyanın oluştuğu günden beri insana ihanet etmemiştir. Toprak hep doğurgandır. Biz Mehmet’le ikimiz sekiz ayda kazdık kuyuyu. Suyu buluncaya kadar neler çektik neler? Bulduktan sonra bayram ettik. Evimizin avlusunda köylülere ziyafet vermiştik davullu zurnalı. O gün bu gündür de kuyu sayesinde ayakta durduk hep. (Silkinir. (Resme bakar) Babası karşısında imiş gibi) Toprak bol. Kuyu da var ama susuz kuyu ile sen ne yapardın baba? (Titrek bir ses) Ah babam ah!
Musa: (Ayağa kalkar. Düşünceli) Yapacak bir şey yok Şengül. Kuyunun suyu bitti. Ben ne yapayım? Tek çarem var o da Sarı İzzet’e gitmek. İnsafa gelirse ne ala, yok da gelmezse…
Şengül: Ya gelmezse?
Musa: Gelmezse, bilemem Şengül. (Suzan, girer. Elinde bir çanta var.) Ha, Suzan geliyor. Kırmadan bir şeyler söyle. Bir de onun yaramazlıklarıyla uğraşmayalım.
Şengül: Hı hı… Söylerim. Tez dön. Sorun çıkarsa, ne yapacağımızı düşünelim.
(Suzan girer. Elinde birkaç paket, birkaç da poşet var dolu. Musa konuşmadan yanından geçer, gider. Musa’nın arkasından bakar.)
Suzan: Ben geldim enişte kaçtı. Tarlaya mı, kahveye mi?...
Şengül: Tarlaya gidiyor. Ne böyle yüklendin geldin?
Suzan: Birkaç elbise, biraz da meyve aldım abla.
Şengül: Suzan! Paketlerini içeri koy, sonra da yanıma gel!
Suzan: Ne oldu?
Şengül: Konuşmamız lâzım.
Suzan: Ha-aa… Konuşalım. Benim de soracaklarım var. (Eve girer. Şengül arkasından bakar.)
Şengül: (Kendi kendine) Bu kız akıllanmayacak. Ne desem, ne etsem dinlemiyor, anlamıyor. Evden kovarsam perişan olacak. Kötü yola düşecek, günahını alacağım.
Suzan: (Girer. Neşeli) E, artık iyi olsun bu ayağın be abla! Kırdın oturdun. Daha kaç ay kalacak alçıda? Kalk artık. Çıkalım evden. Kırlara gidelim. Enişte ile bahçeye gidelim. Çapa yapalım. Ektiklerini sulayalım. Evde oturmak, sokakta dolaşmaktan bıktım usandım.
Şengül: Otur! (Ne diyeceğini tasarlar) Bak Suzan! Burası bir köydür. Böyle kısacık şortlarla, pantolonlarla sokağa çıkmak olmaz. Herkesin diline düşeceksin. İnsanların diline düşmeye gör…
Suzan: Abla! Bu havada, hele de bu sıcakta ayak bileklerime kadar etek mi, yoksa kot pantolon mu giyeyim?
Şengül: Giyilir Suzan, giyilir.
Suzan: Kusura bakma abla ama giyemem.
(Şengül, öfkelenir, kaşlarını çatar. Öfkesinden başparmağını kemirir. Bu esnada Coşkun girer. Coşkun temiz giyimli, yakışıklı bir gençtir. Hiç konuşmadan, gider Suzan’ın tam karşısındaki sandalyeye oturur. Gözleri Suzan’dadır )
Suzan: (Ablasının yanına gider. Kulağına eğilir ve kısık sesle) Bu kim abla!
Şengül: Ayşe ablanın oğlu Coşkun’u tanımadın mı?
Suzan: (Kendi kendine) Coşkun… ( Yerine döner) Ben köyden ayrılalı altı yıl oldu abla. Ufacık bir çocuktu o zaman.
Şengül: O ufacık çocuk dediğin, o zaman on altı yaşındaydı, şimdi yirmi iki yaşında.
(Coşkun oturduğu yerden kalkar. Suzan’ı baştan aşa iyice süzer. Kesik kesik kahkaha atar ve hızlı adımlarla çıkar.)
Şengül: Allah kimseye vermesin!
Suzan: Ne oldu buna böyle?
Şengül: Coşkun çok zeki bir çocuktu. Liseyi bitirdikten sonra, parasız burs kazanmış ve İngiltere’ye tahsile gitmiş. İki yıl sonra maalesef böyle döndü köye. Kimseye zararı yok ama işte böyle evleri dolaşır. Oturur biraz, hiç konuşmaz ve kalkar gider. Dedikoduya göre, tahsildeyken uyuşturucu kullanmış ve bu hale gelmiş.
Suzan: Çok yazık oldu. Aslan gibi genç, üstelik Allah özene bezene yaratmış. Ne kadar da yakışıklı böyle?
Şengül: Dünyanın hali böyledir Suzan. Yarın ne olacağını kimse bilemez. Tanrı insanoğlunu yaratırken çok cömert davranmıştır. Bize bahşettiği beyni diğer yaratıklara da verseydi, elbette ki dünya düzeni bu günkünden çok farklı olurdu.
Suzan: Hâlâ eskisi gibi okuyorsun anlaşılan! Bu kadar güzel konuşmak okuduğun kitaplardan olmalı!
Şengül: Sana da öneririm. Oku. Ne bulursan oku. İyiliği de, kötülüğü de öğrenirsin. Ondan sonra aklına danışır, öyle yaşarsın.
Suzan: Abla!
(Şengül, umursamaz. Ne diyeceğini bekler.)
Suzan: Duran nineyle yolda karşılaştım biraz evvel.
Şengül: Ee? Ne oldu Duran nineye?
Suzan: Adımı sordu. Galiba gözleri net göremiyor artık.
Şengül: Yaşı doksanı geçti. Ne aklı, ne gözünün nuru kaldı.
Suzan: Saçma sapan şeyler söyledi zaten.
Şengül: Ne dediğini söylesene kızım!
Suzan: Rahmetlik anama benzediğimi, onun kadar güzel olduğumu…
Şengül: E, bu dediklerinin nesi saçma sapan?
Suzan: Sen ‘Nurhayat’ın kızısın’ dedi. Kim bu Nurhayat?
Şengül: Duran nine bunadı Suzan. Ne dediğini bilmez. İnsanları artık tanımaz. Aliye’yi Ayşe’yle, Ayşe’yi Aliye’yle karıştırır. Kendi kızlarını bile tanımız oldu.
Suzan: Ben Nurhayat kadını neden hatırlayamadım?
Şengül: Nurhayat kadın çoktan öldü. Ben bile hatırlamam.
Suzan: Babamın adını da söyledi.
Şengül: Kimmiş senin baban?
Suzan: Çoban Durmuş adında biriymiş.
Şengül: Saçmalama Suzan! Sen benim kardeşimsin ve bilesin ki, kardeşim olmasan, seni bir gün bile evimde tutmazdım. Zaten hâlâ anlayamadım da… Kocanın nesi vardı? Neden ayrıldın? Bu zamanda dul bir kadın olmak kadar kötü bir şey var mı?
Suzan: Kocamın nesi vardı? Kocamın nesi vardı, ha?
Şengül: Ha… Öğrenmek isterim. Neden bıraktın kocanı?
Suzan: Söyleyeyim mi?
Şengül: Söyle!
Suzan: İnanmayacaksın ama…
Şengül: Neden inanmayım ki?
Suzan: Kısacası hiçbir şeyi yoktu abla!
Şengül: İyi ya! Neden ayrıldın?
Suzan: Hiçbir şeyi olmadığı için dedim ya abla! (Şengül şaşkındır) Evet. Parası vardı. Beni hiç üzmedi. Beni dövmedi. Her istediğimi aldı. Canını bile istesem verecekti ama canını ben neyleyim abla! Ben sağlıklı bir kadınım. Kadınlığımı yaşamak isterim. Çocuklarım olsun isterim.
Şengül: Şey… İnşallah anlatmak istediğini yanlış anlamadım.
Suzan: Yanlış anlamadın abla.
Şengül: Aman Allah’ım! E, neden evlendi bu adam?
Suzan: Bilmem abla.
Şengül: Sonra düğün sabahı çarşafınızdaki o…
Suzan: (Ağlar) İğne ile parmağını delmişti.
(Şengül, yanındaki koltuk değneğini eline alır. Destek alarak ayağa kalkar. Yavaş yavaş yürür Suzan’ın yanına gider. Bir süre göz göze bakışırlar. Koltuk değneğine dayanarak yanına oturur. Kucaklaşırlar. Suzan ağlar.)
Şengül: Kardeşim! Canım kardeşim. Üzülme. Sana koca mı yok? (Coşkun girer. Şengül koltuk değneğine dayanarak ayağa kalkar.) Hoş geldin Coşkun.
(Coşkun Şengül’e bakmaz bile. Gözü hep Suzan’dadır.
Suzan: Coşkun! Neden öyle bakıyorsun bana?.
(Coşkun hafiften kahkaha atmaya başlar ve gittikçe kahkahasını yükseltir. Suzan da ona katılır. Şengül tedirgin öylece durur.)
Şengül: Siz oturun. Ben Sarı’nın evine kadar gideceğim.
Suzan: (Kulağına eğilir) Abla! Bu adamla beni yalnız mı bırakacaksın?
Şengül: Oturun! Çok önemli bir işim var. Coşkundan sana zarar gelmez.
Suzan: Abla!
Şengül: (Kısık sesle) Bir deli ile başa edemezsen, sokakta dolaşan yüzlerce deli ile nasıl baş edeceksin Suzan?
Karanlık
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tiyatrokarnaval.yetkin-forum.com
 
SU KAVGALARI 1.PERDE
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» SU KAVGALARI 2.PERDE
» ZORLA GÜZELLİK OLMAZ 1.PERDE
» ZORLA GÜZELLİK OLMAZ 2.PERDE

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
TiYaTRo KaRNaVaL :: Tiyartoyla İlgili :: Tiyatro Teksleri-
Buraya geçin: